19 NİSAN  CUMA - 23 NİSAN SALI 2024

Haşmet Babaoğlu Darıca’ya gelirmiş…

Darıca 21.06.2020 - 15:03, Güncelleme: 26.12.2020 - 11:34
 

Haşmet Babaoğlu Darıca’ya gelirmiş…

Sabah Gazetesi köşe yazarı Haşmet Babaoğlu, bugünkü yazısında Darıca’nın yanık kokulu zeytinyağından bahsetti. İŞTE BABAOĞLU’NUN BUGÜNKÜ KÖŞE YAZISI; Bir kaplumbağamız vardı. Ona araba denmezdi... Babam her seferinde hem bizi hem de konu komşuyu içine sığdırmayı başarıyordu. O halde güle oynaya uzaklara gidip dönüyorduk. Hatırlamasına hatırlıyorum da, aklım almıyor. Çünkü o zamanki "akıl" ile şimdiki farklı. Bu iyi bir şey mi, hiç emin değilim. Ev konusu da aynı... Doksan metrekarelik evde her işini gören geniş ailelerin yerini şimdi iki yüz metrekare dar gelen çekirdek aileler aldı.   ***   O çocukluk yıllarımda evdeki zeytinyağı tenekesi dibini gördü mü, sevinirdim. Çünkü o zaman mutlaka Darıca'ya gidilecekti. Şimdi kim inanır buna? Gençler oralardan geçerken "Zeytin konutları", "Zeytinli evler" gibi siteler görüyorlar ama İstanbul'un burnunun dibindeki bir yerin bugünün Ayvalık'ını andırdığını hayal edemiyorlar. Bugün bir İstanbullu mis gibi halis bir zeytinyağını yerinden almak istiyorsa, Kuzey Ege'ye kadar yol almak zorunda. ***     Babam bizim "vos vos"u yamaç üzerine park eder, aşağıdaki sarnıç benzeri taş yapıya inerdi. Bazen ben de onun arkasından koşar adım yokuş aşağı bırakırdım kendimi. Yağın hafif yanık kokusunu severdim çünkü. Öğleden sonra hafif gümüşlenmeye başlayan deniz, zeytinliği kıraç toğrağı, yaşlı bir köylünün yağ doldurduğu ağır tenekeyi tek parmağıyla kaldırıp yukarı taşıyan babama hayranlıkla bakışım... Hepsini hatırlıyorum. ***   İyi de neden anlatıyorum şimdi bunları? Birincisi... Zaman hızla akıp geçiyor ve artık git gide azalan hayaller tat vermiyor. Hatırlamanın tadı bambaşka. Dünümle bugünümü birbirine düğümleyen ne varsa, artık elle tutulur bir gerçekliğe dönüştüler. Hele otuzlu, kırklı yaşlarım bana özel bir "dizi film" kıvamı kazandılar. Bir tabak cips eşliğinde hatıralarımı izleme (!) seanslarına başlamama az kaldı. ***   İkincisi... Uzaklar konusu... Arabaya binip uzun uzun gidiyorduk. Darıca'ya zeytinyağına, Yeşilköy'e dondurmaya... Uzaklığı belirleyen onun tatlı çilesidir. Tutku ve çilenin; irade ve hayalin kat ettiği mesafe. Şimdi bir yere gittiğimiz yok galiba. Her yer yakın! Roma'da öğle yemeğine yetişmek... Bu mu uzaklık, geçiniz. Ama şu salgından sonra görürüm hepimizi. Bedenlerimizi geçtim... Ruhlarımız yerinden kalkabilecek mi bakalım?

Sabah Gazetesi köşe yazarı Haşmet Babaoğlu, bugünkü yazısında Darıca’nın yanık kokulu zeytinyağından bahsetti.

İŞTE BABAOĞLU’NUN BUGÜNKÜ KÖŞE YAZISI;

Bir kaplumbağamız vardı. Ona araba denmezdi...

Babam her seferinde hem bizi hem de konu komşuyu içine sığdırmayı başarıyordu.

O halde güle oynaya uzaklara gidip dönüyorduk.

Hatırlamasına hatırlıyorum da, aklım almıyor.

Çünkü o zamanki "akıl" ile şimdiki farklı.

Bu iyi bir şey mi, hiç emin değilim.

Ev konusu da aynı...

Doksan metrekarelik evde her işini gören geniş ailelerin yerini şimdi iki yüz metrekare dar gelen çekirdek aileler aldı.

 

***

 

O çocukluk yıllarımda evdeki zeytinyağı tenekesi dibini gördü mü, sevinirdim.

Çünkü o zaman mutlaka Darıca'ya gidilecekti.

Şimdi kim inanır buna?

Gençler oralardan geçerken "Zeytin konutları", "Zeytinli evler" gibi siteler görüyorlar ama İstanbul'un burnunun dibindeki bir yerin bugünün Ayvalık'ını andırdığını hayal edemiyorlar.

Bugün bir İstanbullu mis gibi halis bir zeytinyağını yerinden almak istiyorsa, Kuzey Ege'ye kadar yol almak zorunda.

***

 

 

Babam bizim "vos vos"u yamaç üzerine park eder, aşağıdaki sarnıç benzeri taş yapıya inerdi.

Bazen ben de onun arkasından koşar adım yokuş aşağı bırakırdım kendimi.

Yağın hafif yanık kokusunu severdim çünkü.

Öğleden sonra hafif gümüşlenmeye başlayan deniz, zeytinliği kıraç toğrağı, yaşlı bir köylünün yağ doldurduğu ağır tenekeyi tek parmağıyla kaldırıp yukarı taşıyan babama hayranlıkla bakışım...

Hepsini hatırlıyorum.

***

 

İyi de neden anlatıyorum şimdi bunları?

Birincisi...

Zaman hızla akıp geçiyor ve artık git gide azalan hayaller tat vermiyor.

Hatırlamanın tadı bambaşka.

Dünümle bugünümü birbirine düğümleyen ne varsa, artık elle tutulur bir gerçekliğe dönüştüler.

Hele otuzlu, kırklı yaşlarım bana özel bir "dizi film" kıvamı kazandılar.

Bir tabak cips eşliğinde hatıralarımı izleme (!) seanslarına başlamama az kaldı.

***

 

İkincisi...

Uzaklar konusu...

Arabaya binip uzun uzun gidiyorduk.

Darıca'ya zeytinyağına, Yeşilköy'e dondurmaya...

Uzaklığı belirleyen onun tatlı çilesidir.

Tutku ve çilenin; irade ve hayalin kat ettiği mesafe.

Şimdi bir yere gittiğimiz yok galiba.

Her yer yakın!

Roma'da öğle yemeğine yetişmek...

Bu mu uzaklık, geçiniz.

Ama şu salgından sonra görürüm hepimizi.

Bedenlerimizi geçtim...

Ruhlarımız yerinden kalkabilecek mi bakalım?

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve hedefgazetesi.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.