Bizim mesleğin doğasında hep olaylara tersten bakmak ve yerine göre de eleştirmek vardır. Bazen eleştirdiğiniz zaman insanlar sizi yanlış anlayabilir ama yine de siz tarafsız olarak görevinizi yapmak durumundasınız. Bunun yanı sıra yapılan iye şeyleri de kamuoyu ile paylaşmak gazetecilerin görevidir. Bu güzel haberlerden biri ide tarihi Mustafa Paşa Camii yanındaki park alanı idi. Gebze eski belediye başkanı merhum Ahmet Penbegüllü döneminde öğrenmiştik burasının tapulu olduğunu. Uzun yıllar kamulaştırılması konuşuldu ama bir türlü olmadı. Bugün ise Gebze Belediyesinin bu alanı kamulaştırması güzel bir hizmet oldu. Umarım sadece kamulaştırmak ile kalmaz ve bu alanda çok güzel hizmetler yapılır. Kitap fuarı, illere göre yöresel ürünler satışı, GESMEK ürünlerinin satış alanı, engelliler için üretim yeri veya başka bir dalda güzel bir şeyler olabilir. Bundan sonrasını bekleyip göreceğiz. Umarım herkesin alkışlayacağı bir hizmet alanı olur.
İBRETLİK BİR ALINTI
Sosyal medyada dolaşırken bazen ibret alınacak, bazen de insanın gözlerini yaşartacak ibretlik olaylarla karşılaşıyoruz. İşte onlarda bir alıntı:
Ben ünlü ….. tavukçusunun sahibiyim. Her gün yüzlerce pişmiş tavuk satan biriydim. Yaşlanınca çocuklarıma devrettim. 12-13 yıl kadar önce idi. Nar gibi kızaran tavuklar kömür etrafında dönmekteydi. Camın önünde küçük bir kız çocuğu belirmişti.
Pişen tavukları uzun uzun seyretti. 5 dakika geçti. Ama o gitmedi. Günlerden de cuma ve cuma namazına yaklaşık bir saat var idi. Çalışanlarıma seslendim. Bir tavuk sarın ve çocuğa sıcacık verin dedim. Çocuk aldı tavuğu koşarak gitti. Sonraki cuma günü aynı saatte yine gelmişti. Ben yine verdim, böyle birkaç hafta hiç konuşmadan geçti. Sonra bir hafta o koşarken tavuk ile düştüm bende gizlice peşine. Uzakmış, belki 20 dakika sonra vardı evine. Tek katlı, eskice bir şeydi. Yanında da bir camii var idi. Hem Cuma namazını orada kılayım hem de çıkışta imam ile konuşayım dedim. Uzun uzun sohbet ettik. Cemaat olarak kirasını ödediklerini, babasız bu çocuğun annesinin de kanser hastalığı ile savaş verdiğini, ellerinden geleni yapıp çocuğu okutmak istediklerini söyledi. Meğer çocuk bırakmış okulu, kıyafet bulamamış, çanta alamamış.
Camii hocası ile bir olalım diye anlaştık. Önce kıyafetlerini aldık. Okula başlattık. Bir süre daha her cuma gelip tavuğunu aldı benden. Zarf da çıkıyordu tabii tavuk poşetinin içinden. O para ile çok dertlerini gördüler. Sonra bir cuma gelmedi. Ben gittim akşama doğru camii imamına sormaya. O gün sabah annesi vefat etmiş. İkindi namazında ise defnedilmiş. Şimdi ne olacak? dedim. Ortada kaldı benim küçük yetimim. Sağolsun devletimiz korumaya aldı. Ben de bir daha görmedim. Geçen ay memleketim Erzurum’a gitmiştim. Taşhan Çarşıda hafif ama kalp krizi gibi bir şey geçirmişim. Hastaneye götürmüşler beni. Oda da açtım gözlerimi. Sonra baktım baş ucumda bekleyen birisi. Dua ediyor sanki. Beyaz önlüklü genç bir kız idi. ‘’Geçmiş olsun Ahmet Amcam, çok şükür iyi olacaksın’’ dedi. Teşekkür ettim. Ama kimdi bilemedim. Eşim üç yıl önce vefat etmişti. Çocuklarımda haber edildi ise acaba taaa İstanbul’dan buradaki hastaneye gelmiş miydi ? Peki bu doktor kıyafetli genç kız kimdi? O dedi ki: ‘’Tavukçunun önündeki kız çocuğuyum ben. Senin şu an geldiğin hastane benim ilk görev yerim ve nöbetim bitti. Ama şimdiye kadar senin uyanmanı bekledim. Ama meraklanma. Çocukların yolda. Hem ben varım burada. Ahmet Amcam, sen iyi olacaksın. Canı çekip alamayan ve okuyamayan daha çoook küçük kıza tavuk dağıtacaksın…
Umarım bu alıntı hepimiz için de bir nebze ders olur. Yoksa sadece kuru gürültünün kimseye faydası yok…