Zamanla bilim, tecrübe ve istişare ile yoğrulmuş geleceğe dair fikir ve politikalar üreteme yeteneğini kaybeden ya da bilinçli olarak bu yetenekleri kaybettirilen toplumlar bunun yerine birbirine zıt olan ya da bilinçli olarak topluma zıt olduğu fikri verdirilen siyasi karakterler üretirler ve olayları bir fikriyat ya da dünya görüşü ile değil kendi yarattıkları karakterler üzerinden okurlar ve yorumlarlar.
Bu yolla ideolojiler ortadan kaldırılarak hiçbir mukaddesi olmayan, bağlılık hissetmeyen ve bağlılığı bağımlılık ve zayıflık gören günlük gereksinimleri karşılamayı merkeze koyarak sadece söylemler üzerine siyaset üreten amaca giden yolda her şeyi mubah gören çıkarlarını rehber edinen tek mukaddesi çıkar ve menfaati olan bir anlayış hâkim kılınır.
İdeoloji her ne kadar toplumumuza çatışmaların temeli olarak lanse edilse de ideolojik düşünce sahibi olabilmek için okumak, gözlemlemek, anlamak ve anlatabilmek en önemlisi idealist olabilmek olmazsa olmaz en temel faktörlerdir. Yani zordur insanın bir ideolojisinin olması, suya sabuna dokunmadan yaşamak yerine hayata dair her şeye müdahil olmayı tercih etmektir ideolojik bir fikre sahip olmak.
Kısacası ideolojiler insanı düşünmeye ve düşündürmeye yönlendirdiği gibi her daim kendine her şeyin üstünde mukaddes bir amaç belirleyen kendinden çok toplumu düşünen tekil değil çoğul bir yaşamı belli kaideler çevresinde şekillendirecek olan bütünün birer parçası olan bireyler yetiştirmeyi amaçlayan ve hedefi her zaman ulaşıldıkça ileriye doğru atan hayatı bir fikriyat düzleminde tasarlama sanatıdır aslında.
İşte son yüz yıllarda emperyalist güçler bu düşünce temelli sistemleri ortadan kaldırarak güçlü ve arkasından gidilen arkasından gidilince de ihya olunan karakterler üreterek insanları fikirlerin değil karakterlerin peşinden giden toplumlar olarak tasarladılar ve bunu da çok büyük oranda başardılar.
Bu üretilen güçlü ve ben merkezli karakterlerin yaşaması için ise bireysel çıkarların ortak çıkarlar haline dönüştüğü bir emniyet sistemi kurmayı ve bu sisteme kayıtsız şartsız biat edilince de çıkar pastasından tek seferlik değil az ama sürekli pay almayı sistemin temeli olarak geliştirdiler. Bu istemin yılmaz savunucusu emniyet sisteminin ana omurgasını ise insanların zaafları ve hırsları üzerine bina ettiler. Belirlenen karakterin etrafında olanlar zamanla etrafında olmanın nimetlerinden faydalanma ve maddi çıkar elde etmek gibi cömertçe bir ödüllendirme sisteminin ödül alanları haline geldiler ve zamanla ödülden mahrum kalmama isteği sistem üzerinde delinmesi zor bir kalkan haline geldi. Sistemin lütfetmiş gibi dağıttığı paylardan almaya devam etmek ya da daha fazla pay almak için duyulan istek ve bu imkanları kaybetme korkusu ile adeta doğal bir karakter savunma ordusunu kurumuştur. Buna kaderini ve geleceğini kayıtsız şartsız birine bağlama daha sonra ise bağlandığına sadakat ediyormuş gibi görünen ama aslında kendi geleceğine sadakat ile bağlanmanın bir gereği olan aslında kendi geleceğini savunma refleksi de diyebiliriz.
İşte bu her şeyi tek bir karakter üzerine inşa eden dünya düzeninde ülkeler her iktidara gelen karakterden sonra iktidara gelen karakterin kimliğine bürünürler ve bu durum ortaya büyük bir okyanusta hareket eden ve hedefine doğru şaşmadan giden gemiler yerine her dalga gördüğünde başka bir yöne giderek oradan oraya savrulan filika misali devletler doğmasına neden olmuştur. Koskoca bir okyanus içerisinde belirlediği hedefe doğru dalgaları yararak giden dev bir gemi mi yoksa her dalgadan başka bir yöne savrulan küçücük filika mı hedefine varır buyurun onun kararını da sizler verin.
İşte bu kişilerin karakterine bürünmüş yönetim şekilleri devlet aklı ve devlet geleneği dediğimiz binlerce yıllık kurumsallaşmanın önüne geçmekte ve zamanla bu durum baştaki karakter kadar güçlü devletler ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Kişileri kurumsal bir yapının uygulayıcısı olarak gören sistemden uzaklaşıp kurumsal yapıları kişilerin hareket kabiliyetleri kadar sınırlandıran bugün ki sitem tüm azameti ile karşımızdadır.
Bugün Türk siyasetinde kişi bazlı ve güçlü siyasi karakter temelli yönetim hakimdir. Artık her şey kişiler üzerinden anlamlandırılmakta ve temel bulmakta her şeyin sonu mutlaka bir kişiye dayanmaktadır. Bütün her şey kişiler üzerine bina edilmekte ve her şey kişiler üzerinden okunup anlamlandırılmaya çalışılmaktadır. İşte bu durum içine düşülmüş en büyük cendere yok oluşa doğru giden en büyük yanılgıdır.
Düşünün bugünün gelişmiş dünyasında daha fazla büyümek için küçücük firmalar bile kurumsal kimlik peşinde koşarken koca koca devletler iktidarı ile ve muhalefeti ile ısrarla kurumsal olmaktan uzaklaşıp şahsileştirilmekte ve her şey kişilere kadar indirgenmekte kişilerin yaradılıştan var olan tüm özellikleri kurumsal yapıların kendisiymiş gibi kabul görüp buna göre hareket edilmektedir.
Bugün ciddi bir yol ayrımındayız ve bir tercih yapmanın tam zamanıdır KURUMSAL BİR YAPI mı? GÜÇLÜ BİR KARAKTER mi?
Sinan KARAÇAY
Gazeteci Yazar