Çok partili siyasi hayata geçtiğimiz yıl olan 1950 seçimlerinden itibaren partilerdeki “tepeden inme” söylemi de o günden içerisinde bulunduğumuz tarihe kadar önemini asla yitirmeden gelmiştir.
İktidara gelmek amacı ile kurulan bir siyasi parti öncelikle genel merkez yönetimini belirler, arkasından partinin il başkanlıkları oluşur, büyükşehirlere bağlı ilçeler ile büyükşehir olmayan şehirlerdeki belde teşkilatları da oluşturulduktan sonra seçmenin karşısına çıkılır.
Yapılacak ilk genel seçim öncesi kurulan partinin teşkilat başkanları ve o teşkilatlarda belli bir zaman görev yapmış yönetim kurulu üyeleri de “biz partinin kuruluşundan beri çaba gösteriyoruz, milletvekili olmak bizim en tabii hakkımız” diyerek istifalarını ilgili yöneticilere gönderirler.
Aynı durum belediye başkanlıkları içinde geçerlidir, teşkilat başkanları ve yönetim kurulu üyesi olarak görev yapan partililer belediye başkan adayı yada meclis üyesi adayı olmak adına istifa ederek adaylıkları ile ilgili süreci başlatırlar.
Milletvekili seçimlerinde ilk sıralar olarak bilinen ve daha çok “Genel başkan kontenjanı” olarak adlandırılan seçilebilecek yerler oldum olası genel merkez yöneticileri olurlar, Siyasi parti yönetimleri genellikle 25-30 kişiden oluşur, Bu durumu bilen partiler “Genel başkanlar yüzde beş kontenjan kullanabilsinler” diyerek genel merkez yöneticilerinin önünü açmakta bir sıkıntı görmezler. Zaten parti tabanları da bu duruma hiçbir şekilde itiraz etmezler.
Siyasi partilerin kuruluşundan itibaren görev yapan yöneticilerin tamamı “vekillik için en uygun isim benim” diye düşünürler ancak siyasi parti genel merkezleri de kendi parti yöneticilerinden daha çok parti dışında olan ve kamuoyunda popüler olan isimleri aday yapmak isterler.
Bu durum milletvekili adaylarından başlar, belediye başkan adaylarına , meclis üyesi adaylarına kadar devam eder gider.
İşte “tepeden inme” diye bildiğimiz anlaşmazlıkta burada başlar, Siyasi partiler bir taraftan vefayı düşünürken diğer taraftan da “kazanmak için daha çok parti dışındaki isimlere ihtiyaç var” düşüncesi ile hareket ederler.
Parti teşkilatlarının içerisinde kuruluştan beri görev yapan yöneticilere çoğunlukla sıra gelmez, siyasi parti yöneticileri genellikle “biz parti dışından tanınan bilinen insanları aday yapalım onlarla seçimi kazanalım iktidar olduğumuzda devletin her kademesinde yöneticiye ihtiyaç olacak, sizi de orada değerlendirelim” fikri ile yola çıkmakta bir sorun yaşamazlar.
Parti içerisinde görev yapan yöneticiler ile parti dışından seçim öncesi transfer edilen isimler arasındaki bu mücadele çok partili hayata geçtiğimiz 1950 yılından itibaren hiç durmadan devam ediyor galiba siyaset oldukça da devam edecek.
Seçim öncesi transfer edilen isimlerin siyasi partilere çok büyük oy getirdiği dönemler olmuştur ancak “ bize çok oy faydası olacak “ diye düşünülen ve bu gerekçe ile liste başına konulan pek çok isminde sadece partinin ismi ile ancak kendisini seçtirdiği ile ilgili de pek çok örnek olduğunu biliyoruz, görüyoruz.
Bu durumun ayarını iyi yapan ve ilk seçimde iktidara gelen siyasi partilerde pek sıkıntı olmuyor zira iktidar olmanın verdiği avantaj ile “siyasette tek makam milletvekilliği değildir” denilerek çok sayıda üst düzey yöneticisi olan partilileri az çok hepimiz biliyoruz.
Büyük umutlar ile girilen seçimde başarısız olan ve muhalefette kalan siyasi partilerde yenilginin hesabının en kolay sorulacağı kişi ve kişiler seçim öncesi gelen ve “tepeden inme” olarak tanımlanan seçilmişlerdir.
Bu mücadelenin nasıl sonuçlanacağı ile ilgili tek cevap ise “Seçimi kazanmaktır” olacaktır.
Gerisi kuru laf kalabalığından başka bir şey değildir.